Teknolojinin hüküm sürdüğü kişisel blog

Müzik dinleme alışkanlıklarımız ve gelecek

 

Son 3-4 aydır kendimde ve pek çok insanda şunu fark ettim artık kendi arşivimizden müzik dinlemiyoruz. Belki buna karşı çıkıp “hayır ben dinliyorum, nah bu da winamp’ımın ekran görüntüsü” diyebilirsiniz. Fakat düşüncem o ki yakın zamanda offline müzik dinleme alışkanlığımız marjinalleşecek. Kendimden yola çıkarsam, eğer “şunu bi dinliyeyim ne zamandır dinlemiyorum” demediysem, yani önde iş yapıp arkada shuffle ın belini kıracaksam kendi arşivime hiç bulaşmıyorum artık. Ya bir internet radyosu açıyorum, ya da aslında bu yazımın da ana konusu olan müzik dinleme servislerine başvuruyorum. Size geçmişten gelen müzik dinleme alışkanlığımızın nasıl değiştiğini ve değişeceğini anlatacağım. Böyle “anlatacağım” deyince de çok komik durdu. Neyse başlayalım.

Azıcık tarih

Aslında Homoekonomikus olarak müzik dinleme alışkanlığımız sürekli ve biraz da hızlı bir şekilde bizimle birlikte evrim geçiriyor. Başta sadece canlı-anlık olarak yapılan, doğal ihtiyaçları ve seksi saymazsak dünyanın en fazla yapılan “eylemi” olan (hatta epeydir sekse tur bindirmiş önde gidiyor) müzik dinleme eylemi sürekli kendini şekilden şekile sokuyor. Önce ses, 1800’lerin sonunda kayıt edilebilir bir şey haline geliyor, daha sonra 1900’lerin henüz başında belkide dünyanın en büyük icatlarından biri olan radyo dalgaları ile ses aktarımı başlıyor. 20’lerde plak ve pikaplarla şahlanan müzik dinleme alışkanlığı, 50’lilerde hayatımıza giren (aslında 30’larda icat ediliyor fakat çok pahalı olduğu için epey bir süre sadece profesyoneller kullanıyor) bant kasetlerin icadıyla ceplere giriyor. Ceplere giriyor derken henüz Walkman fenomenine gelmedik! O kadar da hızlı değil.

Önce şimdiki televizyonların büyüklüğündeki kaset çalarlar, ardından hangi kurnazın icat ettiğini hâlâ merak ettiğim şu üstü plak çalar, altı kaset çalar, ortalarda ilkel bir equalizerı olan devasa camlı dolap var ya hah o! Allah aşkına Türkiye’de milyonlarca evde belki hâlâ duruyor, kaç kişi bir kere plak koyup dinledi? Madem plak dinlemiyorsun niye kasetçalarla yetinmiyorsun e be güzel kardeşim! Neyse sinirlendim devam edelim…

Dünyanın en şişirilmiş ürünlerinden biri

Kolay üretilen, dolayısıyla ucuz olan ve de dolayısıyla yaygın hale gelen kasetler epeyce bir müddet müzik dinleme aracı olarak kullanıldı. Müzik dinlemek, -benim için dünyadaki en büyük icatlardan ilk 5’e rahat giren- Walkman’în icadıyla sınır tanımaz hale gelir. Artık müzik tam anlamıyla taşınabilinir bir şeydir. Walkman ile ilgili yazılacak çok şey var ama bu yazının konusu değil. Kasetlerle olan ilişkiyi az çok herkes biliyordur diye umuyor, kısa kesiyorum. Radyodan şarkı kaydetmeler, kasetin altındaki küçük oyuğa kağıt tıkamacalar, çift kaset çalarlı über müzik çalarla kaset kopyalamalar falan…

Bir Sony efsanesi

82’de ilk müzik CD’sinin basılmasından sonra çabuk bozulmaya ve manyetik yapısı itibariyle aşırı hassas olan kasetin yerini yavaş yavaş CD doldurdu. En büyük artısı ses kalitesinin kasetlere göre çok çok büyük bir sıçrama yapması idi. Tabii ki normal bir MP3 CD’sinden bahsetmiyorum, “audio disk” olarak da geçen 74-80 dakikalık CD’lerden bahsediyorum… Walkman’lerin yerini Discman’ler alırken artık albümler hem kaset, hem CD olarak çıkmaya başlamıştı bile.

Daha sonra bilgisayarın, daha doğrusu PC’nin yaygınlaşıp neredeyse her eve girecek kıvama geldiği dönemlerde -ki takvimler 95’leri falan gösterir- MP3 furyası başlar. Audio CD’ye göre ses kalitesi epey düşük olsa da bilgisayarda işgal ettiği yer düşünüldüğünde kalitenin göz ardı edilebilecek bir konu olduğu yavaş yavaş herkes tarafından kabul görür. Daha sonra internet çağının başlamasıyla müzik sektöründe bir “big bang” yaşanır. İnsanlar fütursuzca müzik alışverişine girişir. Herkes deli gibi MP3 indirmektedir. Napster diye bir efsane doğmuştur ki o da ayrı bir yazı konusudur. Bu arada müzik şirketleri CD satamamaktan yakınır. Herkes “korsan”a karşıdır!

Birinci nesil iPod
Birinci nesil iPod

Bir çok Apple ürününde olduğu gibi Steve Jobs, 2001 yılında yine aslında var olan bir şeyi tekrar icat(!) eder: iPod! Daha sonraları marka ile özleşecek olan beyaz renkli kasası ve kulaklığı ile herkesi büyüler. Neredeyse her yıl yeni bir modeli çıkar. Fakat müzik dünyasını belkide ipten alan bir yenilik daha getirir Steve Jobs: iTunes! Mükemmel bir öngörü ile bir nevi satıcı ile alıcının arasını yapar. Plak şirketleriyle yapılan anlaşmaya göre her müzik albümündeki parçalar tek tek satın alınabilecek ve bir parçanın fiyatı maksimum 1 dolar olacaktır. Müzik şirketleri önce tereddüt etse de sonunda hepsi anlaşmış -hatta bazıları sonradan pişman olmuş- yeni bir ekosistemin temelini atmıştır.

iTunes ilerleyen yıllarda önce memleketi Amerika’da daha sonra tüm dünyada büyük bir ivme ile yaygınlaşır. Her ne kadar Türkiye’ye resmen gelmesi 2013’ü bulsa da diğer memleketlerde Apple’cıların en sadık yari olmuştur. Tabii bu arada MySpace gibi bir “kuyruklu yıldız” geçmiştir dünyadan… İlk yıllarda epey tutulsa da YouTube ve Facebook’a yenilmiş sahneyi erken terk etmiştir.

Yeni müzik kutuları!

Uzun sıkıcı bir özet yaptım ama durun daha karpuz kesecez! Fizy, Grooveshark, wob.io… Bu üçünden tanıdık gelen varsa ne âlâ! Online müzik kutularıyla tanışmışsınız demektir. Bunlar son 3-4 yılda peydahlanan servislerden birkaçı. Bir çok türevi mevcut. Aslında bu yazının asıl amacı bu müzik kutularının bir üst levelından söz etmek. Bu servislerde genelde müzik dinlemek için bir şeyler aramanız gerekir. Yani ortada bir Google’lık durum vardır. Benim anlatmak istediğim servisler ise sizin müzik zevkinize göre kendi kendine şarkılar seçip, size adeta kişisel radyo kanalı yaratmanıza yarayan uygulamalar… Bu tip uygulamalar yeni yeni palazlanıyor. Özellikle mobil cihazların artması ve dünya genelini esir alan “uygulama” fenomeni ile iyice coştu.

Hemen size bir örnek! Nokia, Windows 8’li yeni telefonlarına koyduğu Nokia Music uygulaması ile sizin sevdiğiniz tarzdaki müzikleri size teker teker dinletiyor. Bunu nasıl yapıyor? Size en başta sevdiğiniz üç (daha fazla da olabilir emin değilim) müzik grubunu ya da sanatçıyı soruyor ve buna göre sizin sevebileceğiniz müzikleri size bedava olarak dinletmeye başlıyor. Tabii ki müziği online daha doğrusu stream şeklinde dinletiyor. Yani müziğe sahip olamıyorsunuz. Sadece dinleme modundasınız.

Aupeo’nun Windows 8 uygulaması

Benim çok hoşuma giden ve beni bu konsepte ikna eden bir uygulama da Aupeo. Windows 8 uygulamasını deneme şansı buldum ve tek anlamıyla vuruldum diyebilirim. Deneme sürümü diyorum çünkü normalde uygulama 104.99 TL gibi saçma sapan bir ücretten satılıyor. Ne özelliği var derseniz bir kere çok fazla ana ve alt kategori var. Örnek: Jazz’ı seçtiniz size Jazz Fusion, Jazz Classics, Early Jazz, Sing the Jazz gibi birçok alt kategori sunuyor. Ve şunu fark ettim şarkıyı dinlerken eğer beğen butonuna tıklarsanız o şarkıya benzeyen şarkılar daha öncelikli hale geliyor. Bir de en güzeli bir sonraki şarkının ne olacağını göremiyorsunuz. Bu da radyo efekti katıyor.

Yine çok beğendiğim Musicovery‘de de müzik kategorileri seçerek dünyadan kopup çok uzak diyarlara göç edebiliyorsunuz. Üstelik Aupeo’ya ek olarak yıl seçimi de yapabiliyorsunuz ki dadından yenmez!

Peki neden kendi arşivimden değilde böyle uygulamalarla müzik dinleyeyim ki? Çok basit iki ama aslında bir sebebi var: Mp3 arşiviniz ne kadar geniş olursa olsun bir yerde bitiyor. Yani bir nevi fani. Bu tip uygulamalarda ise sınırsız bir playlist var. Bu birinci nedendi. İkinci neden de aslında yine birinciyle aynı, ne kadar shuffle yapsanız da bir sonraki şarkı sizi hiçbir zaman şaşırtmıyor. Bu tip uygulamalar ise yeni sesler, yeni tarzlar keşfetmenizi sağlıyor. Üstelik pek çok uygulamadaki ses kalitesi mükemmel.

Tabii ülkemize has olan kota sorunu var ki bu tip uygulamaların ülkemizde fazla bir kitleye ulaşamayacağını -en azından şimdilik- tescil ediyor. Gavurun kota gibi bir sorunu olmadığı için internetin beline beline vuruyor. Ama ben bunun er ya da geç bir şekilde aşılacağına inanıyorum. Bir gün biz de “acaba internet paketimin süresini dolmasına kaç gün kaldı ona göre kullansam”lı cümleler kurmak zorunda kalmayacağız.

Ya sonra?

Peki iyi güzel her şey dijitalleşti, ses kalitesi derdi bitti, “aradığım albüm hiçbir yerde yok” sorunsalının defteri düzüldü. Peki şimdi nereye gidiyoruz? Bu işte uzman biri değilim, ne desem boş lakin gözlemim o ki “dinlediğimiz müziklere sahip olma” kavramı bitiyor. Yani demem o ki artık ne somut olarak ne de dijital olarak bir albüme sahip olamayacağımız günler yakın. “Kahrolsun vahşi kapitalizm” artık şöyle diyor: “Bugüne kadar iyi hoş bizim albümleri beleşten indirip dinlediniz biz de elimiz kolumuz bağlı sizi izledik. Şimdi sıra bizde!”

Konuyla hiç alakası yok ama tavsiye ederim sağlam belgeseldir
Konuyla hiç alakası yok ama tavsiye ederim sağlam belgeseldir

Oturtulmak istenen sistem şu: Her şey bulutta olsun, insanlar müzik dinlemek istediği zaman gelsin parasını ödesin paşalar gibi dinlesin. “E bu iTunes?” diyebilirsiniz. Değil. Her ne kadar iTunes’ta satın aldığınız bir şarkının “sahibi” siz olmasanız da (ki çoğu insan iTunes’dan bir şarkı satın aldığında onun kendine ait bir şey olduğunu sanıyor) bir şekilde satın aldığınız müziği istediğiniz yere kopyalayıp istediğiniz kadar dinleyebiliyorsunuz. Bu amcaların şimdiki düşünceleri şu: Madem artık her cihaz bir şekilde online, neden biz “malı” kiraya vermiyoruz da satıyoruz? Yani işin özeti şu noktaya gelecek (ki aslında geldi de haberimiz yok) madem müzik dinlemek istiyorsun o zaman bana aylık sabit bir meblağ öde ben de sana şu kadar -ya da sınırsız- müzik dinleteyim.

Bu yazıya başladıktan ve kafamda yazının gidişatını şekillendirirken, çok sevdiğim TeknoSeyir‘in haftalık gündem podcastinde tam da bu konuda konuşulması hafif bir tebessüm ve “aklın yolu bir” sözünün ne kadar doğru olduğunu teyit ettirdi. Büyük üstad Levent Pekcan da Murat Gamsız da tam benim düşündüğüm şeyleri dile getirdi. Aynı düşünceleri düşünüyor olmak bile bir onurdur diyerek iyice yavşaklığa vurarak bu bölümü de bitirip özetlere geçiyorum.

Yani?

Plaklarla başlayıp, kasetti, CD’ydi, MP3’tü derken geldik online çağa. Artık herkes, her şey online! Ve giderek de olacak. Yakın gelecekte üzerinde anteni olmayan radyolar ve arabalar görmemiz şaşırtıcı olmayacak. Belki bizim torunlarımız “hadi bir araba/radyo çiz de görelim” dediğimizde anten çizme gereği duymayacak! Artık arabalara da internetin girmesi ile online radyoculuk ve yukarıda bahsettiğim müzik kutuları müzik dinleme alışkanlıklarımızın en büyük ve belkide tek lokomotifi haline gelecek. Bakalım bundan da sonra ne gibi bir evrimle karşılaşacağız…

İlgili okumalar/izlemeler:

Etiketler:

Paylaş:

Utku Sakallıoğlu, 1990 yılının bir Mayıs günü Giresun’da hayata geldi. Doğumu esnasında ilk dakikalarda beynine yeterli oksijen gitmemesi nedeniyle Beyin Felci olarak da bilinen Cerebral Palsy‘li olarak hayata tutunmuştur.  >>

Buralardayım
Kategoriler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir