Teknolojinin hüküm sürdüğü kişisel blog

Ne yapmalı?

Ben bu yazıyı niye yazıyorum? Çünkü görüyorum ki çevremdeki pek çok insan ne yaptığını bilmeden şuursuzca ve gaza gelip bir şeyler yapıyor, yapmak istiyor. Eminim bu yazıya katılacak bir çok kişi de bunu söylemek istiyor ama yazacak bir yer bulamadığı için susuyor. Benim yazacak yerim var ve yazıyorum.

Küçücük bir parkta ağaçları dozerle yıkan, buna karşı tepkisini gösteren insanların üzerine insafsızca sıkılan gaz ve ardından ısrarla devam eden polis müdahalesi üzerine bütün ülke ayağa kalktı. Dün Artı 1 TV’de Banu Güven ve Ece Temelkuran’ın yaptığı Gezi Parkı Özel yayınında ismini şu anda hatırlayamadığım bir katılımcının dediği gibi durum şudur: “Hani babalar sürekli çocuklara kızar, bağırır, hatta tokat atar ama çocuklar saygısından veya korktuğundan susar ya. Ama bir gün gelir o tokat atan eli havada yakalarsın. İşte o gün bu gündür!”

Olayların bu boyuta kadar büyümesinin en büyük sorumlusu bizzat başbakandır. Kasımpaşalı ruhunu bu tip olaylarda ısrarla ve biraz da kendi tabanında bu tavrının prim yaptığını bilerek göstermesi olayların bu kadar büyümesini sağladı. Toplumu birleştirdiği için teşekkür etmek lazım.

“Her şeyi ben bilirim, istediğimi yaparım, 5 seçimdir oylarımı her seferinde arttırdım, yanlışım olsaydı halk desteğini çekerdi” mantığı olayların bu kadar yayılmasına sebep olan en büyük faktör. Diğer faktörleri herkes kaç gündür izledi zaten tekrar anlatmama gerek yok. Bkz: “üç beş çapulcu”, “her alkol alan alkoliktir”, “metroda yapılan anons yerindedir”, “evet, demokrası sandık demektir” vd.

Kimiz?

Bunu 3-4 gündür herkes söylüyor biliyorum. Duymaktan ve okumaktan bıktınız onu da biliyorum. Ama bu eylemlerin dünyadaki tüm eylemlerden ayıran en önemli fark bu olduğu için tekrar yazma gereği duyuyorum.

Sadece Taksim’de veya çevresinde toplananlar değil, bütün Türkiye’de destek gösteren herkes tamamen heterojen, dünya yıkılsa yanyana gelmeyecek, dünya yıkılsa siyasete bulaşmayacak, hep birbirlerine şüpheyle -hatta biraz da kinle- bakan insanlar. Her ne kadar Devlet Bahçeli “Hiç bir MHP’li bu olaylar içerisinde değildir” dese de gözümle gördüğüm için biliyorum, kendini Bozkurt olarak tanımlayan da TGB’li olan da, LGBT’liler de, ulusalcılar da, sosyalistler de, komünistler de, yeşilciler de, spor takımlarının fanatik taraftarları da hep bir arada.

Kafatasçı, faşist, ırkçı insanlar da orada her olaya pembe gözlükleri ile bakan da. Bugüne kadar Twitter’ı sadece geyik yapmak ve yaptığı check-inlerle ne kadar cool olduğunu gösteren de orada, gerçekten hayatını siyasi mücadeleye veren de orada.

Dün bir çok aklı başında değerlendirmecinin de dediği gibi böyle bir şey, hiçbir zaman hiçbir ülkede bu kadar büyük çapta olmadı. Bu müthiş bir şey!

Ne istiyoruz?

Olay Gezi Parkı protestosundan çoktan çıktı. Kimi gerçekten inanarak bu eylemlerle hükümeti istifa ettireceğine inanıyor, kimi gerçekten sadece Gezi Parkını korumaya çalışıyor, kimi de sesini bir şekilde tüm Türkiye’ye duyurarak “artık yeter!” demek istiyor.

Aslında görüldüğü gibi ortak bir niyet yok! İşte tam da bu nedenle eylemler bu kadar şiddet içerir hale geldi. (tamamı bu nedenle değil tabii ki, birazdan anlatacağım niye bu kadar şiddet olduğunu)

Neyi doğru yaptık? Neyi yanlış yaptık?

Herkesi şaşırtan ve duygulandıran iki görüntü vardı: 1- TOMA’nın önünde tek başına kollarını açan ve üzerine tayziykli su sıkılan kadın, 2- Taksim’deki eylemcilerin polis müdahalesinden sonra etrafa saçılan taş, çöp ve biber gazı kapsüllerini toplaması. Bütün dünya basını en çok bu olayı gördü ve öne çıkarmıştı.

Polisin alçakça ve hunharca saldırılarına rağmen eylemlere katılan çoğunluk sakin bir şekilde ve doğru bir yöntemle tepki gösterdi. Fakat bu olayları kendine oyun haline getiren, içinde olmak isteyerek kendisine bir nevi “askerlik hatırası” çıkarmaya çalışan çoğu ne yaptığının farkında olmayan, heyecana kapılmış, gaza gelmiş, gerçekten “devrim” yapacağına inanmış bir kitle çevreye zarar vererek, yaptığı eylemlerle polisi kışkırtarak kendi üzerine çekti ve protestonun asıl amacını ve niyetini saptırdı.

Eylemin asıl amacını, yani “yüzde elli oy aldım o zaman istediğimi, istediğim şekilde yaparım” anlayışını protesto etmeyi kaçırarak, yukarıda dediğim gibi bunu bir oyun, bir savaş olarak görerek ısrarla şiddete başvuranlar, karşı tarafa büyük bir koz verdiğinin farkında değil. Bu arada bu durum, eylemcilerin aslında ne kadar apolitik ve siyaseti bilmeyen bir topluluk olduğunu kanıtlıyor.

Bu eylemler sonsuza kadar sürmeyecek, yarın öbür gün bir şekilde, bir nedenle bitecek. Önemli olan bittikten sonra bu olay neyle anılacak? Biber gazı kapsüllerini ve yerlerdeki çöpleri toplayan insanlarla mı yoksa polis arabalarını yakan (ki bu bütün dünyada bu tip eylemlerin “doğal” sonucudur), polisin -haklı ya da haksız- koruduğu bir yeri ısrarla ele geçirmeye çalışan saldırganlarla mı? Yoksa polisin vahşiçice yaptığı eylemler mi hatırlanacak?

Mitinglere amaç olarak katılırsınız katılmazsınız o ayrı 2007’de yapılan Cumhuriyet eylemlerinde milyonlarca insan bir araya gelerek defalarca eylem yaptı. Bir kişinin bile burnu kanamadı, bir kaldırım taşına dahi zarar gelmedi. Ama ne oldu? ortak slogan olan “Ne şeriat ne darbe, tam bağımsız Türkiye” sloganı unutuldu, bir kişinin -veya kişilerin- açtığı “Ordu göreve” pankartı olaya muhalif olan iktidar ve çevresinde öne çıkartılarak siyasi rant malzemesi olarak kullanıldı ve bununla oy toplandı.

Şimdi de adım gibi eminim ki iktidar ve yandaşları o masum ve haklı direnişi görmeyerek, ne kadar polis arabasının, belediye otobüsünün, kamu malının tahrip edildiğini anlatarak milletten oy devşirecek! Ve oylarını da arttıracak! Bunu görmeyip, hâlâ olayı kin malzemesi, kan davası haline getiren arkadaşlarım artık bunu görmeli!

Eğer ülkemizin ismi Türkiye değil de, Japonya, İngiltere, Fransa, Yunanistan olsaydı yaptığınız bu şiddet toplum tarafından tolere edilerek sineye çekilirdi -ki bu kadar büyük bir olayda doğru olan da budur- ama burası Türkiye! Bu halk polisinin hatalarını görmez! Bu halk eylemin ne kadar doğru ve meşru olduğuna bakmaz! Bu halk şuna bakar: “Kim devlet malına ne kadar zarar verdi? Zarar benim cebimden çıkacak o zaman Allah belanızı versin!”

Ne yapılmalı?

Eylemler talepler ve mantalite değişmedikçe devam etmeli. Polisin yaptığı vahşet ve olayın nasıl devlet terörüne dönüştüğü uluslararası bütün toplumun gözüne sokuldu. Durum böyleyken hâlâ şiddet göstermek tamamen karşı tarafın oy tabanını genişletmesine sebep olacak.

O yüzden sakin olup, direnişe şiddet bulaştırmadan devam etmemiz gerekiyor. Normal bir ülkede yaşamıyoruz. Bunu unutmamız gerekiyor! Eğer öyle olsaydı daha ilk gün iç işleri bakanı istifa etmek zorunda kalırdı! Ülkenin gerçeklerini görerek hareket edersek haklı mücadelemiz, ölen ve yaralananların da emeği boşa gitmemiş olacak!

Etiketler:

Paylaş:

Utku Sakallıoğlu, 1990 yılının bir Mayıs günü Giresun’da hayata geldi. Doğumu esnasında ilk dakikalarda beynine yeterli oksijen gitmemesi nedeniyle Beyin Felci olarak da bilinen Cerebral Palsy‘li olarak hayata tutunmuştur.  >>

Buralardayım
Kategoriler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir